24 Temmuz 2014 Perşembe

Brüksel'i sevebilirim, sevebilirsiniz, sevebiliriz...

 Brüksel’e 2 kere gitmişliğim var. Biri yazın, biri de kışın hattaJ Ne bileyim her gittiğimde kasvetli havası, insanların kasıntılığı, AB’nin merkezi oluşundan dolayı etraftaki ciddi ciddi tipler bir kasvetli sıkıntılı gelmiştir. Ama 2.ci gidişimde çok yakın çocukluk arkadaşımın bayağıdır  orada yaşaması ve etrafı tanıtmasıyla biraz daha ısındım diyebilirim. 

Hatta şu an yaş geçtikçe, İstanbul’un keşmekeşliği daha çok gözüme battıkça sevebilirim diyorum Brüksel’i... Tenten Brüksel’den çıkmaysa belki de mizahı yakalamak lazım, havayı koklamak lazımJ





Grande Place meydanı her Avrupa kentimizdeki ana meydan’ın Bruksel’deki adresi oluyor, bu meydandan turistik tarihi yerlere kaynayabiliyorsunuz.Hatta yazın bu meydanı tamamen çiçek kaplayıp özel bir gün yapıyorlar flower carpet adında.

Tam meydanın solunda tarihi bir pasaj var içinde tarihi dükkanların, çikolatacıların olduğu, turistik olarak gezilesi.
Yaz Brükseli

Kış Brükseli


























Manneken Pis kadar bana anlamsız gelen bir heykelden bahsetmiyorum zaten ama değişiklik diyorsanız tam Manneken Pis heykelinin üst köşesindeki “Le Poechenellekelder” adlı birahaneye uğrayın mutlaka derim. Birçok blogda adı geçer zaten bu mekanın ama etrafınıza kuklalar, tarihi bir doku ve biraların çeşitlerine göre servis edilişi değişik bir deneyim. Artı tavanından, her yerden bir bardak, bira kasası, bira şişesi sarkıyor. Alt kata inerken de koydukları Brukselli amcalar konsepti de tam fotoğraflık, dayanamayıp benim gibi çektirin siz deJ



İkinci olarak bira’dan devam edelim yine. Brüksel bildiğiniz bir bira cenneti. Bu arada biraların alkol oranı ciddi ciddi yüksek. Her biranın servis edildiği bardak farklı, yanında getirilen aperatif farklı. Sonraki durağınız özellikle akşamları için “Delirium” adli pub olabilir. Burası tam bir salaş mekan. Çok büyük, katlı bir yer ve ayrıca 1000 çeşit biranın satılığına dair rivayetler var. Çok kalabalık olduğu için biranızı almanız bile şans sayılabilir haftasonu akşamları.


Delirium1

Delirium 2

Sonra buradan çıkıp “Royal Theatre Toone” adlı tarihi kukla oyunlarının sergilendiği ve pub’ı olan mekana geçebilirsiniz. Bildiğiniz eski bir han ve kuklalar oynatılıyor siz de biralarını yudumluyabiliyorsunuz. Değişik bir atmosfer, gidin görün derim. Değişiklik değilmiydi konseptimizJ

Royal theatre toone1

Royal theatre toone 2


Üçüncü olarak çikolata, bisküvi nerede ararsanız var. Tüm Avrupa’ya yayılmış bisküvi zincirlerinden var. 





Ve veee tabiki yine Avrupa’nın birçok yerinde özellikle Fransa’da çok yaygın, orjinali Brüksel’den çıkma “Chez Leon”. En eski orjinal yerine gittik, süperdi. Tencerede özel sosla pişen kabuklu midyedense ben üzeri domates ve ve peynirle fırınlanmış Moule Provancele’ye bayıldım. Patates cipsi zaten cok ünlü, kalın kalın ama elma kabuklu gibi düşünmeyin. Normalden kalın yapılıyor ama çok leziz..Ay yazarken bile canım istediiiii...



Beşinci olarak ise inceledeğimiz gece hayatı. Biz mesela “Le Corbeau” adlı mekana gitmiştik. Bildiğin normal restauran tarzı iken birden dans olayına girişiliyor ve o masa üstüne çıkıp Rihanna şarkılarında dans ediliyor. Brüksel’den böyle bir gece hayatı beklemezdim, şaşkınlığımı dile getirmek isterim dostlar:)


Bir de 1958 yılında Expo icin yapılmıs ve su an şehrin mimari simgesi haline gelmiş “Atomium var. Merkezin dışında biraz, biz arkadaşımın arabasıyla gitmiştik. Hani gidip görün ama mimar değilseniz belki de çok etkilenmeyebilirsinizJ






Amsterdam'ın Cihangiri Jordaan...

Amsterdam’a 3 kere gitmişligim var, her seferinde farklı bir taraflarını da gezdim gordum dolayısı ile. Eger daha lokal, bohem bir mahalleyi de goreyim diyorsanız, Amsterdam’ın Cihangiri diyebileceğimiz Jordaan’a gidin, bir değişiklik yapıp Red Light’tan, Dam Square’den baska bir yer de gormus olun derimJ





Jordaan aslında merkezde sayılabilecek bir yer. Anna Frank müzesinden dümdüz merkeze dogru değil de diger yere dogru yürürseniz Jordaan’a girmiş oluyorsunuz. Kanal boyundan ara sokaklara girin değişik şirin cafe’ler, sanat galerileri, vintage dükkanlar görüceksiniz.  Jordaan’ın başladığı yerde kucuk bir park var hatta Johny Jordaan kulubesi dikkatini çeker parkın ortasındaki. Bir de Jordaan’ın en büyük özelliği eskilerden kalma binaların girişinde, kapının üstündeki taş levhalar. Kasap ise hayvan figürleri, terzi ise makas figürleri görebilirsiniz.



Bu sefer gittiğimde arkadaşlarımla Jordaan’a yakın bir yerlerde ev kiraladık. Rozengracht’tan devam edince kesişen cadde Nassaukade üzerindeydi. Rozengracht gayet Amsterdam’da yaşayan insanların alışveriş yaptığı, kırtasiyelerin bile olduğu bizim Şişli-Osmanbey hattı ana caddesi gibi diyebiliriz. Nassaukade de kanal üzerinde olan cadde. Tram’le Dam Square' 10 dakika filan sürüyor, 20-30 dakikada yürüyerek Leidsplein meydanının oralara daçıkabilirsiniz. O klasik Dutch merdivenlerinin dikliklerine rağmen bavulunuz taşımayı başarır ve çatı katına ulaşırsanız bu güzel manzaralı daire gibi (aşağıdaki resim) yerlerle buluşabilir, konaklayabilirsiniz.



Amsterdam’a gidince tüm turistlerin yaptığı şeyleri tahmin edersiniz. Ama bence pancake yiyin bir yerlerde mutlaka ki ünlü zincirlerde var. Ben lokal bir cafe’de yemiştim bu kaşarlı, mantarlı pancake’imi kahvaltı niyetine. 


Jordaan’ın sonlarına doğru kanallarda artan boat house’lari da farkedeceksiniz. İnsanlar bildiginiz nehirin, kanalın üstünde duran bu evlerde yaşıyorlar. Çok fazla kanalizasyon koktuğu söyleniyor ama balkonunun ya da bahcenin su üstünde olması güzel bence. Nassukade üzerinde yürüyün orda yaşayan insanları, caddelerin temizliğini görün bir derim:)




Kanallar şehri her daim soğuk olur,yağmur yağabilir. O yüzden mutlaka yağmurluğunuz alınız. Özgürlükler şehrinin sanatçı kesiminin takıldığı Jordaan’da çok fazla coffeeshop yok, köşelerde ya da sırf lokallerin takıldığı yerler var. Westermarkt köprüsünden geçip, Prinsengracht üzerinden devam ettiğinizde (kanal kenarında) Cafe Wester adlı mekan’da birşeyler için derim. Hem kösede kanal kenarinda, hem de aksamustleri oraya takılan o lokal insanları görebiliyorsunuz. Aşağıda mekanın resmi var.


İkinci el pazarını (Albert Cuyp market), çiçek lale pazarlarını, Museumplein’i, Vondelpark’ı, Rembrandtplein’i, Leidsplein’i yazmiyorum çünkü çok turistik yerler geldi bana. Bu yazıda Amsterdam’ın değişik keşfedilesi bir yerini de deneyimleyin istedim. Ahh bir de Amsterdam’da en sevdiğim olay fresh mint tea içiniz. Soğuğuna karşı iyi geliyor çok:) Vondelpark’ın ortasındaki mantar şeklindeki cafe’de gayet içilesi:)


Son olarak önerim kulağınızda Parov Stelar’dan “Lost in Amsterdam" şarkısı öyle gezinin buralari, daha bir anlamlı olacak sanki:) 
Hayırlı Amsterdam’lar olsun ,Özge'den selamlar:)






17 Temmuz 2014 Perşembe

Karaköy Kesifleri Vol:1

Aslına bakarsanız Karakoy'un en sevdigim yani her gidisimde yeni açılan bir yeri deneyimlemek ve nedense o bohem, sokaklarda oturma modu...Degisik mekanlar, tadlar icin Karakoy ideal olmaya basliyor bence. İlk baslarda 2-3 yıl once Nublu ile baslayan akım simdi Gümrük, liman tarafının ark mahallelerinde devam ediyor...

Hadi cıkın Karaköy'e,  hayat sokaklarda dostlar:)

Bu yazıda 2 yeni birebir deneyimlediğim yerden bahsedeceğim.
Birincisi Colonie. Caminin aralığından, arabaların gectigi ana caddeden girin ve dümdüz yürümeye devam edin. Fasuli'yi gecin, denie doğru ilerleyin köşede görülmeye başlayacak Colonie.Bence şık ama sıkmayab, kasmayan bir şıklıkta.











En dikkat çeken özellik açık mutfak ve bar konsepti. İkinci olarak Karaköy' deki en geniş mekanlardan biri diyebilirim. Ferah ferah yani. Dısarıda oturma imkanı da var. Diger en sevdigim yanı ise her masanın yanında çanta asıcı küçük bodur askılar var:)



Kokteyller çok başarılı. Yemekler genelde Italyan mutfağı ağırlıklı. Ben kinoali salata yedim, porsiyonu kucuktu ama parmesanla birleştirince gayet lezzetli olup açlığımı giderebildi:) Bence sadece drink almaya da gidilebilecek bir mekan.


İkinci mekanın adı ise Louis. Louis bilenler icin tam Nar cafe'nin yanında. Kösedeki yer oluyor. Bilmeyenler icin ise Tophane girişindeki benzin istasyonun hemen arka köşesinde kaliyor diye tarif edebilirim. Burası otelin en alk katında konumlanmış bir brasserie diyebiliriz aslında. Gece 11'den sonra müziğin sesi açılıp hafif club havasına giresi de var): Mezeler çok başarılı, denenmeli derim. Güzel muhabbet edilesi bir yer.Fiyatlar biraz yüksek bilmeniz de fayda var gitmeden önce.

Bu yazılık bu kadar, Karakoy dolu günler dilerim:)


8 Temmuz 2014 Salı

San Fermin mi dediniz?Hep gidelim, hep gidelimm...

San Fermin Festivali anlatilmaz yasanir aslinda. Bu linkte gece sokak partilerinden bir örnek olsun yazıyı okumadan önce.


Her yılın Temmuz ayının ilk haftalarında 1 hafta suren bu festival İspanya’nın kuzeyine yakın Navarra bölgesindeki  Pamplona şehrinde yapiliyor. Ben arkadaşlarımla araba ile gitmiştim Barcelona’dan 4-5 saat sürmüştü, festival boyunca tren saatleri de sıklaştırılıyor. Aslinda amac geleneksel  İspanyol kültürü olan boğa ile insan arasındaki çekişmeyi başka bir boyutta göstermek. Özellikle de Bask bölgesi kültürünü ve eğlencesini görmüş  oluyorsunuz. 


















İlk kural:bembeyaz giyinip kırmızı fular ya da kırmızı bele takılan kuşaklarla yer almalısınız bu festivalde. Bütün herkesin üstunde beyaz t-shirt ve pantolon ve tabiki soguk gazozlu sarabın lekeleri. İspanya’nın en sevdiğim iceceğidir soğuk gazoz sarapJ Eğer geleneksel takılmak istiyorsanız kurulan pazarda gayet ucuza t-shirt, fular vb seyleri alabilirsiniz ; hem de cok pahalı değil ve size de hatira kalabilir sonrasinda. Kırmızı tabi ki her yerde hakim, boğaları kızdıran, öfkelendiren bir renk olmasından dolayı zaten matadorların ellerinde ki o kızdırma esarbı neden kırmızı zannettinizJ




Otel, pansiyon hepsi full çekiyor öncelerden rezervasyonlarını yapınız. Gerçi uyumuyorsunuz, uyuyamiyorsunuz cunku sabaha kadar tüm sokaklarda her yerde canlı müzik, parti var festival boyunca. Bir de önerim mutlaka Estefeta caddesi üzerinden bir yerde balkonlu bir yer ayarlayın kalmak icin, balkondan tüm boğa koşusunu izleyebilirsiniz böylece:)








En son gün asıl en önemli boğa güreşi yapılıyor. Diğer ilgi cekici ve popüler yanı ise sabah boğalarla yapılan koşu. Dedim ya oraya gidip görmek lazım. O yarışa katılanların çoğunun kafası bayağı iyi dostlar ve o yüzden dengeyi, kontrolü sağlamalari da boğa kardeşlerin yanında bayağı bir zor. Sabah boğalarla koşmak istiyorsanız önceden kayit yaptirmanız gerekiyor. Sabah 7 gibi başliyor koşu ve tüm sehiri çitlerle kapliyorlar ve izleyiciler bu çitlerin üstünden, arkasından izliyor ya da balkon bulabilirseniz bir balkona çıkıp izleyebilirsiniz. Zaten tüm yerli halk balkonlarda takılıyor. Koşu ana boğa güreşinin olacağı arena’ya doğru yapılıyor. Boğalar akşamdan inzivaya çekiliyor sabah için, hatta akşam boğalari da izliyebiliyorsunuz. Nasıl bir zevkse boğaları izlemek siz anlayınJ



Bu festivalde o eğlenmeyi seven İspanyol ruhunu daha da çok görüyorsunuz. Fiesta zamanı, oleyyy :) Herkes sokaklarda sarhos, lokal barlarda her yerde büyük ekranlarda TV ’de boğa güreşini gösterirken yaslı amcaların birden çıkıp soprano misali şarkı söylediğine tanık oluyorsunuz. Bu dünyaya bir kere geldik, koyun gitsin eğlenin mottosunu birebir yaşayabiliyorsunuz. Boğalar ile insanlar arasındaki mücadeleyi seven ve saygı duyan İspanyolların bunu eğlence ile kutlamasına tanık oluyorsunuz. Boğa güreşinden, hayvanların öldürülmesinden pek hoşlaşmadığım için o kısma pek girmedim bu yazıda.

Bir fotoğrafcinin zor anlari-San Fermin

Lokal barlarda tüm TVlerdeki boğa güreşi


Gece partileri şehire tepeden bakan Kale’den başlıyor ve İspanyolca şarkılarla marşlarla kalenin içinde yürüyüp sonra şehirin ana barlar caddesine iniyorsunuz ve sonra sokakta dans, içme, zıplama, muhabbet ne ararsanız varJ Youtube linki de bu partiyi gösteriyor.




















Sokaktaki tüm barlar açık ve hepsine girip içkinizi alabiliyorsunuz ve dışarıda takılmaya devam edebiliyorsunuz ya da istediğiniz mekanda. Görün bunu. Sonra ana meydanlarda canlı konserler oluyor şehrin herbir yanında. Meydanların etrafındaki tüm barlarda taşıyor tabii haliyle. Plaza Del Castillo en büyük meydan ve en güzel konserlerin olduğu. Hatta benim bir anım vardır bu mekanlarda yukarıda çeşme var bardağım sürekli doluyor zannediyordum ki anladim o çeşme arkadaşımmışJ Ben de San fermin kafasına gelmiştim yani. Sonra sabaha kadar herkes kaldırımlarda oturuyor, isteyen de dans etmeye devam ediyor.Bir de her gece havaifişek gösterileri oluyor, izleyin mutlaka.

Ahh bir de Kuzey İspanya olduğu için geceleri hava bayağı soğuk oluyor, kalın birseyler götürün mutlaka. Kapalı ayakkabi da şart. Benim gibi Barcelona'dan giden birisi gibi parmak arası terliklerle gitme hatasında bulunmayın, kapalı rahat spor ayakkabı tercih edin derim:)



Hadi gidin Pamplona’ya bir şekilde bir sene de...Eğlenin sokaklarda, cesaretiniz varsa koşun boğalarla ama bilin ki kızabilirler size. Anlaşın kendi dilinizde onlarla orada eğlenmek için olduğunuzu söyleyin, hırsa gelmeyin sonrası fena olabilirJ

4 Temmuz 2014 Cuma

Hadi Adrasan'a gidelim...

Hani Kaybedenler Klubu filminde Nejat işlerin bir modu vardı ya sürekli sıkılınca hadi Olimpos’a gidelim diyip gidiyorduJ Adrasan da Olimpos’un yan koylarından daha bozulmamış olanı. Antalya havalimanına 1,5 saat uzaklıkta filan. Yeni bir tatil konsepti lazım diyorsanız, bohem bir tatil istiyorum derseniz o zaman hadi Adrasan’aJ




Değişik ne var diyorsanız; derenin üzerinde kurulmus hamaklarda elinizde kitap sessiz ve sadece ördek sesleriyle takılabiliyorsunuz. Hani o cıstak cıstak partili beach partyler yok burada:) Heryerde kurulmus salıncaklarda sallanabiliyorsunuz. Cardaklarda yemeğinizi yiyorsunuz. Sahil deniz ozellikle aksamustu cok guzel  oluyor, durgun dingin...Alın size baska bir alternatif, sahilin en solundaki taraftan girerseniz yakın gibi gozuken bakir bir kücük koy var, oraya kadar yuzeriz diyip sonra oraya gidip hic kimsenin olmadigi sahilde arkadaslarinizla güneslenip abudik seyler yapabiliyorsunuz:)

Adrasan'da yerli köylülerle tanışabiliyorsunuz. Bakkal vs hepsi yerli zaten. Cok guzel gözleme yiyebiliyorsunuz. Aksamlari sahil'de arkadaslarınızla senzlonglara yayılıp ay ışığının aydınlatmasıyla şarkılar soyleyip, komik anıları hayatı konuşabiliyorsunuz. Yine müzik yapan gruplar oluyor arka fonda:) 




2-3 gün bile olsa kafası dinleniyor insanın burada. Oksijen'in var olduğunu anliyorsunuz, o rahatlık denen yaşam stilinin hala geçerli olduğu yerler olduğunu görüyorsunuz:





Adrasan Sahil