29 Kasım 2015 Pazar

Fener Balat Hattı

Londra’da cokca gordugumuz ingilizcesi "Gentrification"  olarak adlandırılan  dönüşümleri  sanırım artık Istanbul’da da aktif olarak gormekteyiz.. Cihangir- Karakoy-Moda-Kuzguncuk  ve simdi  de Fener- Balat.

Bayagidir aklimdaydi ve sonunda gidip gördüm sonunda sehrin degisen bu yuzunu..En son tarihi bir tur ve gezmek icin gittigim yerler bayagi degismis, cok da güzel olmuş..
Balat-Fener arası
Fener ve Balat yanyana iki komşu semt aslinda. İkisinin arası yürüyerek 5 dakika filan. Eminonu tarafından geldiginizde karsiniza ilk Fener cikacak. Aslında Fener’e gelmeden Barba Vasilisi goreceksiniz basta. Gecensene bir arkadasimin dogumgununu kutlamıstık. O eski rum meyhanesi- geleneklerini koruyan bir meyhane, bir aksam denenmeli..Güzel muzik ve mezeleri es gecmeyiniz..

Fener Rum Lisesi
Daha sonra ilerlediginizde Fener’e girerken bir kofteci carpacak gozunuze ve daha sonra sarmasiklar arasindaki “Cook Life “ kosedeki seker atmosferiyle merhaba diyecek size. Buradan sonra ilk sokaktan sola ya da saga gittiginizde zaten asil kafeler sokagina girmis oluyorsunuz. 
Patrikhaneye dogru cafeler
Yukarı dogru ise sizi Fener Rum Lisesi ve mevlevihane- tekke ne ararsanız bulabileceginiz bir yere goturuyor acikcasi:) Tekkelerden cıkan ilginc insanlar ve hemen 10 adım otedeki degisik cehre sasirtiyor insanı. 



Galata Rum okulunun ihtisamli mimarisi- dis cephesi gorulmeli kacirilmamali derim. Ayrica buradan sonra asagilara kendinizi vurdugunuzda renkli renkli Rum evleri ve dar sokaklar sizi kucaklayacak. Fener-Balat Osmanli zamanında bayagi kaymak tabakanın, Rumlarin agirlikli yasadigi bir yermis. 


Bugun her ne kadar oyle olmasa da, o eskievlerin ihtisami, uyumu gozunuzu aliyor.  Rumlar denize hep tepeden bakmayı severmis, o yuzden adalarda ve diger yerlerde tepelere konumlarlarmis evlerini. Burda da tepeden bakmak istemisler Halic’e direk farkediliyor.


Sonra cafeler sokagina daldiginizda karsiniza bir suru seker yerler cikiyor. Naftalin en kalabalik yerlerden gibi duruyor. Sonra ilerisinde antikacilar ve Rum muzikleri calan bir cafe goruyorsunuz. Benim gibi Pazar gidenlerdenseniz Fener Rum Patrikhanesinde ayine de denk gelebilirsiniz. Herkese acik ayin ve gercekten tuyler urpertici. Antikaci da ise muzayede oluyormus Pazar gunleri ama fiyatlar gayet askeri diyebilirim.


Fener Rum Patrikhanesi Ortodokslar icin kutsal sayılıyor ve buraya gelip ibadet yapmak cok önemli onlar için. Kilise aslında  "Ekümenik Patrikhane" diye geçiyor. 585 yılından beri Ekümenik ünvanına sahip olan İstanbul Rum Patrikliği dünya üzerinde 300 milyon inanıyla Ortodoks Hristiyan Kilisesine manevi önderlik eder. Daha önce Ortodoks rahibelerinin yaşadığı bu manastır 1600 senesinde Patrik 2. Mattheus'un patriklik döneminde Ekümenik Patrikliğin merkezi olmuştur. 

Forno
Sonra bir ust sokaga ciktiginizda Vanilla gozunuze carpiyor ve hemen bir ust kosede Forno’yu goruyorsunuz. 
Forno’da hersey gozunuzun onunde yapiliyor. Lahmacun ve pideleri pizza usulu sunmalari cok seker ve mutlaka lahmacun deneyiniz burada. Hemen karisinda da ynei bir otel yapiliyordu ben gittigimde, guzel bir yer olacaga benzer.
Sonra Balat’a dogru yurudugunuzde sarkilara soz olmus “Agora Meyhanesi” geliyor hemen karsiniza. Hala o mistik, sıcak dost vari havasini koruyor bence.




Meyhane’nin karsisinda ve ilerisinde bir suru cafe, makarnaci gozunuze carpiyor. İleri de Turk kahve cesitleriyle unlu Cumbali geliyor hemen. Portakallı Turk kahvesi denenmeli diyorlar. Burada da bayagi unlu gorebilirsiniz. Daha ilerlediginizde Balat’ın carsisi, manavi,pidecisi geliyor hemen. Burdaki pideciler de lahmacun yiyiniz mutlaka.

Bir de yol uzerinde cesit cesit galeriler acilmis. En dikkat cekeni Mimar Sinan Universitesinden bir hocaya ait olan ve ogrencilerin calistigi Kostum atolyesi. İceride deli gibi calisiyorlar,kesiyorlar biciyorlar ve bütün gördüğünüz o özel kiyafetleri cikariyorlarmis. Migferler, degisik kostumler bu atölyeden cikiyormus.

Kostum Atölyesi
Bence güzel oldu bu güzel yerlerin boyle degerlendirilmesi, sehire yeni bir soluk gelmesi...Istanbul’dan kalabaligindan, trafiğinden, yogun hayatindan bazen ne kadar sikayet etsem de boyle yerlerde olunca birden barisiveriyorum kendisiyle o zamanlarda... Guzel süprizlere devam please Istanbul...

30 Ocak 2015 Cuma

Antakya Rocks!!!

Antakya, hosgoru, baris, yemek, misafirperverlik, medeniyetler bulusmasi...


Benim gibi haftasonu sadece gezmek icin gidenlerdenseniz buyrunuz yeni tatlar, yeni oneriler...Bu arada Antakya; Hatay ilinin merkez ilcesi. Iskenderun da diger buyuk ilcesi. Cuma gece ucagindan iner inmez unlu donerci, Taksim'in Kızılkayalarının Antakya muadili Abdo'da alin solugu. Etten cok anlamam ama maydonuzlu ve soslu olusu degisik hafif bir tat katmis, denenmeli.


Kaldıgımız otelin sokaginda bulunan aktif gece yasamina bir goz atalim dedik. "Antakya Evi" adli mekanda birseyler icip Antakya'li genclere tanıklik edebilirsiniz. Eski bir binanın icinde konumlanmıs, avlusunda bar kıvamı haline gelmis bir yer. 



Biz Liwan Otel'de kaldik ve konumu dolayısı ile tavsiye edilir. Ayrica Cmtsi aksamlari altinda bulunan canli muzik bari ile bayagi bir populer hale geliyor diyebilirim:) Otel de eski bir binanin renovasyonu diyebilirim. Antika piyanolar, ortadaki yemek salonu kayda deger.

Liwan Otel içi

Kahvaltida zahter ve zeytinyagi karisimini tadiniz mutlaka. Antakya mutfagi demek ZAHTER demek. Toz halinden basliyoruz kahvaltida:)



Otelde cok karnınızı doyurmadan hemen soluğu eski Antakya sokaklarinin icindeki hummus-bakla ve yoğurtçularda alabilirsiniz. Bu kahvaltı çeşidi ünlüymüş Antakya'da. Bakla ezmesinin tadı ilginç gerçekten denenmeli:)


Sonra yürümeye devam ediyorsunuz tarihi sokaklara. Değişik mimari hakim burada. Labirent tarzi, evin kapisi neresi, avlular nerede buluşuyor anlamiyorsunuz. Mutfaklar disarida, tanıklık ediyorsunuz bircok evin girişine, avlusuna:)



Sonra en ünlü, eski caddesine çıkıyorsunuz Antakya'nın; "Kurtuluş Caddesi" Tüm eski kent bu caddeye çıkıyor zaten:) Affan kahvesi ya da diğer adi "İnci Kıraathanesi" 'ne uğrayıp haytalı yiyip, çay bardaklarında kahvenizi yudumluyorsunuz. 

O eski kokuyu, havayı almak mumkun bu kahvede. 



Haytaliyi deneyin bakalim beğenecekmisiniz:) Ve sakin ola Adana'ya özgü olan bici bici ile karıstırmayınız lutfen:)




Sonra hemen Uzun çarşıya doğru girip, kendinizi baharatçılar, kunduracilar, mücevhercilere bırakiyorsunuz. 
İlk adımınız kimyon ve tuz karışımı ile beraber incecik susamsız Antakya simidini yemek:)
İkinci adımınız ayakkabıcılar carsisinde bir avluda bulunan Künefeci Yusuf Usta'da künefe yemek ve bugüne kadar yediklerinizin künefe olmadığını anlamak:) İçinden peynir akıyor ve şerbeti gerçekten çok az burdaki künefelerin. Ayrıca közde pişmesi de ayrı bir tat katıyormus künefe kardeşe:)

Üçüncü adımınız çarşı içindeki tel kadayıf yapımlarına tanıklık etmek. 


Dördüncü adiminiz çarşı içinde bulunan kasaplardan birinde; tepsi ve kağıt kebabı yemek. Biz Vedat Milor'un tavsiyesi "Pöç Kasap" ta yaşadık bu lezzet turunu. Kasap eti seçiyor ve yandaki fırınlarda pişip önünüze geliyor kebaplar. Biberli ekmek de söyluyebiliyorsunuz. Eti sevmeyen ben bile gayet yedim bu kebaplardan. İçerisi kalabalık oluyor yalnız. 


Beşinci adımınız ünlü kireçte bekletilen Kabak tatlısını tatmak. 
Altıncı adımınız ise hani o eski fırınlara tanıklık etmek, hatırlamak geçmişi.

Çarşı için adımlarımız bitti:) Görüldü gibi Antakya'ya gidince durduramiyorsunuz kendinizi, sürekli birşeyler yemek tatmak istiyorsunuz:)Şimdi gelelim diğer önerilere. 

Yeni mozaik müzesi açılmamış ve açılışı efsaneye dönmüş. Biz eskisine gittik Aralık ayında ve sadece kalan birkaç mozaikle idare ettik. Yenisi Zeugma'ya rakip olacakmıs oana göre:)

Asi nehrinin kenarinda bir yuruyus yapın mutlaka. Hatta Asmalimescitte şubesi bulunan Antiochia'nin asil yeri bu nehir kıyısında, gidip yemek yiyebilirsiniz de yürüyüşten sonra.


Kurtuluş Caddesinin üstünde Müslümanların yoğun olduğu bölgeleri gezip, hala böyle yaşamlar var mi diyebilirsiniz.
Eskiden sabun fabrikası olan ve restorasyonla otele dönüştürülen, Antakyalıların baş düğün mekanı Savoy Otel'e aksamütü ugrayıp şarap ya da kahvenizi içebilirsiniz.Ciden güzel bir atmosfer var.

Kurtuluş Caddesindeki Katolik kilisesi ve sinagogları açık bulabilirseniz gezin mutlaka. Biz şansımıza sadece Katolik kilisesini gezebildik.



Gündüzden avlusuna hayran kaldığınız yine Kurtuluş Caddesi üzerinde "Syvetka Restaurant"'a akşam yemeğine gidip, lezzet dolu bir gece geçirip benim gibi mide spazmı geçiriniz:) favorim zahter salatası, zeytin salatası ve tereyağlı humustur:)


Gaziler derneğinin avlusuna mutlaka gidip, üzerinde farklı 6 çeşit meyve yetişen ağacı görmenizi tavsiye ederim. Alın size yepyeni bir ağaç deneyimi:) Ayva, kavun, portakal, mandalin ve hatırlayamadığım 2 meyva daha vardı ağacın dallarında.

Ve merkeze dair son olarak önerim girin dalın sokaklara, kaybolun bir şekilde. Karşınıza sanat galerileri, antikacilar, şarabıyla ünlü La Mistik cafe çıkabilir. Mutlaka  La Mistik bahceisinde oturup dinlenin biraz.


İkinci gün biz araba Kiralayıp Samandağ çevresini ve Harbiye'yi gezdik. Arabasız ulaşım biraz zor açıkçası. Samandağ'da ilk durağımız bir yamaç tepesinde konumlanan Turkiye'nin son Ermeni köyü Vakıflı Köyü oluyor ve kilisede bir açılış buluşmasına denk elip insanlarla konuşma şansımız oluyor. Burda yasayan herkes Ermeni ve yaşlı nüfus ağırlıkla. 


Vakıflı Köyünün yerlilerinin yaptıkları likörleri  tadıp alabilrisiniz ayrıca Kilisenin altındaki satış noktasından. Köyün her yeri portakal-mandalin agacı ile kaplı. Mandalinalarin tadına diyecek yok tabii:)

Bu köyden sonra durağınız Hıdır bey köyü olsun ve bin yıllık Musa Ağacını görün siz de:) Klasik turistik bir nokta olmuş ama ağacın heybeti görülmeye değer. Benim gibi icine bakayım derken kendinizi kaybetmeyin.

Agacın hemen aşağısında sıra sıra cafeler var dere kenari gibi bir yerde sıralanan. Ayrıca katıklı diye tandırda yapılan özel bir ekmekleri var. Biraz bol acili ama denemeye deger.


Sonraki hedefimiz gun icindeki 10. öğünümüzü yemeye gitmek icin Harbiye oldu. Sürekli yemek yeniyor bu şehirde, bir gunde 10 öğün yemişizdir herhalde:) Harbiye aslında şelaleri, yeşillikler icinde cay bahçeleri ile ünlü ama açıkçası pislik icindeydi şelale bölgesi. Camur, çöpler filan pek hoş bir görüntü birakmadı bende.Yine de selaler kısmı guzeldi.


Biz Harbiye'de kule restoranda yedik yemeğimizi. Manzara gayet guzel, temiz, duzgun bir yer. Burda içli köfteyi de kocaman yuvarlak yapıyorlar ve adına da başka bir şey diyorlar. Yine favorim zahter salatası oldu, ayrıca peynirli helva da guzeldi burada...

Veeeeeee Pazar uçağı ile İstanbul'a dönme vakti geliyor Antakya'dan..Guzelmişssin, lezzet doluymussun Antakya, sevdim seniiiiiiiii...
Nazım Hikmet'ten bir alıntıyla da bu yazıyı bitiririm..
YASAMAK BIR AGAC GİBİ TEK VE HÜR ve BİR ORMAN GİBİ KARDEŞÇESİNE...